İLETİŞİMDE SİNESTEZİ
Bugün bir sağlık sorunumuz yok ise sesli iletişim kurmak istediğimiz zaman otomatik olarak konuşmaya başlarız… Bizim için sadece birkaç saniye içinde olup biten bu eylem sırasında kelimelerin nasıl oluştuğu; harflerin oluşumu sırasında dil, dudak ve dişin nefes ile ettiği temas; beynimizdeki nöronların eylem sırasında ki işleyişi hiç birimiz için önemli değildir…
Oysa bebeklik yıllarımızda öğrendiğimiz bu eylemi, yaşımız ilerledikçe geliştirmemiz gerekir çünkü konuşmak ile konuş-a-bilmek arasında fark vardır… Konuşmak günlük hayatımızda kullanmamız gereken bir eylem iken konuşabilmek bir sanattır… Öyle olmasaydı bugün iletişim üzerine onlarca kitap yayınlanmaz, yüzlerce eğitim verilmezdi…
Örneğin işimiz ile ilgili yaptığımız bir toplantıda, eşimize kuracağımız duygusal cümlelerde, arkadaşlarımız ile yapacağımız sohbette kullandığımız ses tonu birbirinden farklıdır… Öyle ki toplantıda kullandığımız ses tonu ile eşimize “Seni seviyorum” desek, hiç samimi gelmeyecektir ya da arkadaşlarımız ile sohbet sırasında kullandığımız ses tonu ile toplantıda konuşma yapsak ciddiyetimiz sorgulanacaktır…
İletişim dediğimiz şey bir bütün aslında… Konuşma sırasında yayılan enerji, kullanılan ses tonu, bilinçaltından gelen ve önleyemediğimiz mikro ifadeler, beden dili vs bir bütün olarak doğru kullanıldığında doğru iletişimi sağlar… Konuşma konusunda bir uzman, bir profesyonel değilsek kullandığımız ses tonu, bizim kontrolümüz dışında bilinçaltımızın kontrolü ile sağlanır… Sesimiz diyaframdan çıkıyorsa ikna edici, göğüs kafesinden çıkıyorsa emir vermeyi seven, gırtlaktan gelen ses ise alay ettiğimiz sinyalini verir karşı tarafa… Hal böyle iken biri bize “Çok güzel olmuşsun” dediğinde kendimizi iyi hissetmiyorsak, karşı tarafın cümleyi kurarken kullandığı sesin gırtlak sesi olması ile ilgili olabilir… Yani cümle ne kadar olumlu ve güzel olursa olsun, doğru ses tonu ile bütünleşmiyorsa inandırıcılığı olmaz…
İletişimdeki bir diğer önemli konu ise sinestezi ile ilgili… Yunan kökenli bir kelime olan sinestezi “birleşik duyu” anlamına gelmektedir… Bir nevi duyuların beraber algılanması… Daha açık olarak şöyle anlatabiliriz; dil organımızdan gelen bilgiler, beynimizin tat bölgesine gider; göz organımızdaki ise bilgiler beynimizdeki görme bölgesine gider… Görme bölgemizdeki bilgilerin, hem görme hem de tatma bölgesine gittiğinde ise gördüğümüz ama yemediğimiz nesnenin tadını da algılayabiliriz… Bugüne kadar paslı bir çivi yeme ihtiyacı duymamış olabiliriz ancak paslı bir çivi gördüğümüzde damağımızı ve dilimizi kaplayan tat sinestezidir…
İşin aslı doğum sonrası bebek beyninde duyular, birçok bölge ile iletişim halindedir ancak ilerleyen yaşlarda bu bağlantılar, genlerimiz sebebiyle birbiri ile olan bağlarını koparmaya başlar… Bu kopma işlemini yapan genimizde, bir sorun olduğu takdirde duyular arasındaki iletişim devam eder… Böylece seslerin, kokuların rengini dahi görebiliriz...
Sinestezinin iletişimdeki etkisi ise harfler ile oluşur… Örneğin “k” harfi sert ve kesik söylenir, bu söylem tarzı görselimizde köşelere karşılık gelir… “B” harfi söylenirken ise görselimizde yumuşak kıvrımlar oluşturur… Bu görseller de bizlere duygu olarak geri döner…
İçinde “k” harfi bulunduran makam, hakan, akrep, aksi, akın ve benzeri kelimeler korku, iktidar, tehlike, kasvet gibi duygularımızı yükseltirken; içinde “b” harfi bulunan bağ, baba, bahar, bilge gibi kelimeler ferahlık, güven, tazelik gibi hislerimizi yükseltir… Bu yüzden iletişim halinde iken değil kurduğumuz cümleler, kullandığımız kelimelerin içindeki harfler dahi çok önemlidir…
Günümüzde kaçımız yukarıda yazan bilgi ve daha bu metne sığmayan diğer bilgileri kullanarak iletişimi bir sanat haline getiriyor? Kaçımız ise eski bir reklam filmindeki gibi “ağzı olan konuşuyor” sloganı felsefesinde iletişim kurmaya çalışıyor?
Unutmamak gerekir ki, dil bir milletin bel kemiğidir… Doğru iletişimi kullanarak her alanda başarıya ulaşan bireyler, yaşadığı toplumu da ileri taşırlar…