AKLINI KAYBEDERKEN, BENLİĞİNİ BULMAK
Altında
son model arabası, insanın yüreğini delip geçen mavi gözleri, yapılı fiziği ile
oldukça dikkat çekiyordu… Birçok kadının hormonlarını alt üst edebilecek fiziksel
görünüme sahipti… Buket’in mantığı, bu ilişki için her ne kadar olmaz dese de,
duyguları ve önsezisi bambaşka şeyler söylüyordu… Neticede kendi öz değeri
dışında, maddi gücüne ya da fiziksel özelliklerine güvenen erkekleri oldu olası
itici bulmuştu… Yine de önyargı ile davranmamak adına bu ilk buluşmayı
tamamlama kararı aldı… Ta ki Erdem’in arkadaşları ile buluşup, az önceki çekici
adamın yerini, yeni yetme bir ergen alasıya kadar… Yeni yetme ergen diyorum
çünkü birasının içine önce ketçap ve mayonez döküp, kızarmış patatesi bu
karışımın içine daldırıp yemesi ve masada yapılan soğuk espriler, bir de Buket’ten
yaşça küçük olması durumu iyice çıkmaza sokmuştu… O an Tanrı dile gelip “Onu
senin için yarattım” dese bile, olmazdı…
O
zamanlar “akışına bırakmak” deyiminden bihaberdi Buket… Bir de ilişkilerin
enerjisel boyutundan… Örneğin erkekler, kadınlar için “Nasıl tavladım ama?”
diye bahsederlerdi ama bir ilişkide tavlanan kadın değil erkekti çünkü kadınlar
farkında olmadan, eş potansiyeli gördüğü erkeklere karşı, feromon isminde bir
hormon salgılıyorlardı… Normal duyularımız ile fark edilmeyecek özelliğe sahip
bu hormon erkeğe ulaştığında, birleşmenin enerjisel boyutu başlamış oluyordu…
Bir nevi evrenin iki insanı birleştirme yöntemiydi bu…
Buket,
bulunduğu ortamdan sıkılmış olsa da, belli ki farkında olmadan evrenin enerjisi
sayesinde eşini seçip feromon salgılamaya başlamıştı bile ve Erdem’de bu kokuyu
aynı bilinçsizlikle ciğerlerine kadar çekmişti… Artık avcı bir erkek olarak
avına kitlenmiş ve elbette bu kaçma kovalamacanın sonunda kazanan aşk olmuştu…
Günler,
haftaları; haftalar ayları getirdi… Zaman zaman gülüp, zaman zaman ağladılar…
Birlikte vakit geçirip, onu yakından tanıdıkça o ukala adam yok olup gitmişti…
İlk gün düşündüklerinin aksine, ismi gibi erdemli bir adam görüyordu artık… Zaten
Buket’in tasavvuf hocası Nuray Hanım, ona bir gün “Hayatına giren insanların
isimlerine dikkat et, onlar sana isimlerinin anlamı ile gelirler” demişti…
İlişkileri
süresince Buket’in, Erdem’den öğrendiği haklı olmaya rağmen susabilmek,
önyargılı olmamak, insanları ezmeden ve mümkün olduğunca kimseye belli etmeden
iyilik yapmak, daha da önemlisi yaptığın iyilik ile böbürlenmemek gibi birçok
konu da karakteri gelişti ve dönüştü…
Duygularını
belli etmekten pek hoşlanmayan Erdem, bir akşam elleri ile Buket’in yüzünü
sarıp gözlerinin içine baktı… Işıl ışıldı gözleri ve sevgi doluydu… “Bunca
zamandır beni hiç üzmedin, ne yaparsam yapayım hep affedici oldun, hep
gülümsedin… Çok teşekkür ederim sana, iyi ki varsın” diyerek önce saçlarını
uzun uzun kokladı sonra da yüreğine sığdırmak istercesine sımsıkı sarıldı…
Ve o an,
son güzel anları oldu… Buket, bu konuşmanın aslında bir veda konuşması olduğunu
bilememişti… Ertesi gün basit bir kavgadan ayrıldı yollardı… Ona göre gereksiz uzayan
bu kavganın, aslında planlı bir terk ediliş olduğunu yıllar sonra öğrenecekti…
Ayrıldıkları
günden kısa bir süre sonra Buket, Erdem’in evlendiği haberini aldı… Daha bu ilk
şoku atlamadan, çocuğu olduğuna dair ikinci haberi duydu ve bir süre sonra bir
kızı daha oldu Erdem’in… Buket yalnız bir kadın, sevdiği adam ise bir aile
babasıydı artık ve o, yalnızlığını yıllarca “Sensiz geçen her hangi bir günün
her hangi bir saatinden sana dair” cümlesi ile başlayan mektuplara sığdırdı…
Hem de sevdiğinin, o mektupları hiçbir zaman okumayacağını düşünerek…
Gün
içinde ağlamak sorun değildi de gece yarısı onun adını sayıklarken gözünde bir
damla yaş ile uyanmak asıl acı verendi… Belli ki bilinç kapansa da, o hep
bilincin altında bir yerlerdeydi…
Buket’in
yaşamaktan anladığı çalışmaktı artık… Günlerce, saatlerce uyku dışında ki her
an sadece çalışıyordu… İnsanüstü gösterdiği bu performans, çalıştığı şirkette
üstleri tarafından da fark edilmişti… Müdürleri, belki iş odaklı yaşamasının
sebebini bilmiyorlardı ama onun bu hali oldukça işlerine geliyordu… Aslında
Buket için de bu, iyi bir durumdu… Zira her satışta, hesabına yatan primler bir
nebze de olsa geçici keyif veriyordu…
İşin
özü, ağladıkça çalıştı, çalıştıkça kazandı… Şirketler arası geçiş yaptı ve
hatta farklı departmanda terfi aldı…
Yeni
işi, bir öncekine göre biraz daha aktif ve biraz daha eğlenceliydi… Hal böyle
olunca, o da yavaş yavaş hayata dönmeye başladı… Arkadaş sohbetleri, yeni
insanlar tanımak, mesai dışında kendine zaman ayırmak insan olduğunu
hatırlatmıştı ona…
Saçlarının
koklandığı o huzurlu akşamın üzerinden dört acı dolu yıl geçmişti… Özel
hayatını yeniden canlandırmak istese de bir türlü yapamadı… Bazen karşısına
çıkan insanlarda onu aradı, bazen adapte olamadı… Çoğu zaman da “Yeni bir acıyı
daha kaldıramaya gücüm yok” diyerek cesaret edemedi… Elbette o zamanlar,
hissettiği korku ile yüzleşmediği sürece, o korkuyu hissettirecek olaylar yaşayacağından
habersizdi… Bilseydi, “daha fazla acı kaldırmaya gücüm yok” der miydi hiç?
Buket
yeni hayatına alışmaya çalışırken, çocukluk arkadaşından gelen evlenme
teklifine, istemeyerek de olsa “Âşık oldun da ne oldu? En azından seni seven ve
yıllardır tanıdığın bir insan var karşında” diyerek kabul etti…
Buket,
hisleri kuvvetli bir kadın olarak yaşamıştı hep… Bu teklifi kabul ederken de
aklında “Acaba doğru mu yapıyorum” sorusu oluşmuştu ama o bu soruyu duymamaya
çalıştı… Hoş, ilişkinin henüz birinci haftasında kıskançlık sebepli kavgalar;
fikri ahlaksız, zihni kirli cümleler içindeki kuşkuyu haklı çıkarmıştı… Her ne
kadar, bu ilişkiden kısa sürede vazgeçmiş olsa da, o gün dediği “evet” kelimesi
bir yılı aşkın süre fiziksel ve psikolojik şiddetin yaşandığı; karakol, adliye
ve hastane üçgeninde geçen bir döneme sebep oldu… Buket için mevki, para, dost
sandığı insanları kaybetmek çok önemli değildi de, akıl sağlığını yitirmeye
başladığını hissettiğinde bir şeyler yapması gerektiğini anladı… Bir sabah
güneş doğarken, ruhundaki fırtınadan kurtulmak istercesine hastaneye koştu…
Gittiği psikiyatri servisindeki Didem Hanım, “Tam vaktinde gelmişsin” diyerek 6
aylık ağır bir tedaviye başlattı onu, sonrası ise biraz azim, biraz da hayatın
açtığı kapıları değerlendirmek oldu Buket için… Önce bir iş buldu sonra bir
tanıdık vasıtasıyla yerel gazetede, biraz da terapi amaçlı köşe yazarlığına
başladı ve son olarak kadına yönelik bir sivil toplum kuruluşuna üye oldu… Bu
gelişmeler ile doktoru tedavinin üçüncü ayında “hayata tutunmanın, ilaçtan daha
önemli olduğunu” söyleyerek, ilacı kesip, psikolojik desteğe devam etmesini
önerdi…
Artık
yeni ve tertemiz bir hayata başlamıştı… Fark etmeden acı ile harmanlandığı
sırada; aklını kaybederken, benliğini bulmuştu… O an anladı ki, kişi yine ismi
ile girmişti hayatına çünkü bu zorlu süreç Buket için kemale erme yolunda bir
adımdı…
Tüm bu
yaşadıklarından sonra Buket’in dert kavramı da değişmişti… Beyni “Sorun varsa,
çözüm vardır” mantığı ile çalışmaya başlamıştı… Artık huzurlu ve mutlu bir
kadın olarak sürdürüyordu hayatı… Çalıştığı
sivil toplum kuruluşunda sürekli fikir üretiyor, ne kadar kadın ve çocuğa
ulaşabilirse, geceleri o kadar rahat uyuyabiliyordu... Kadın istihdamı,
eğitimler, seminerler gibi projeler hazırlıyor; böylece hem öğreniyor, hem de
öğretmenin keyfini yaşıyordu… Gazetecilik mesleğini de oldukça sevmişti… Bu
meslek, her gün yeni bilgi demekti onun için ve birliktelikleri birkaç yıl
sürmüş olsa da, eşi mesleğin en ince detaylarını dahi öğreten iyi bir
öğretmendi… Üstelik o da, ismi gibi göksel bir enerji ile Buket’i sarmış ve
ondan öğrendikleri sayesinde hayatı,
gökyüzünden seyreder gibi geniş bir pencereden seyrediyordu…
Son
birkaç yılda yaşadığı olaylar kötü gibi görünse de, Buket’in içindeki saklı
potansiyeli ortaya çıkarmak için birer sebep gibiydi… Okunan yüzlerce kitap,
alınan onlarca eğitim, danışmanlık, eğitmenlik, ajans muhabirliği, canlı yayın
hazırlanıp sunulan ekonomi programları… Artık kendi hayatının başrolü olan bir
kadındı… Otuz yılda yapamadığı ne varsa son beş yıla sığdırmıştı…
Bazen
geri dönüp baktığı da oluyordu elbet… Erdem ile ayrıldıkları o geceye dönüp
“Acaba gitmeseydi, beni terk etmeseydi nasıl bir hayatım olurdu?” diye
düşünüyordu zaman zaman… Hatta bazı günler, internette onun ismini aratıp
saçlarına ak düşmüş mü, gözlerinin etrafında çizgiler oluşmuş mu diye
bakıyordu… Üstelik Erdem’in de onu sosyal medya ve hakkında çıkan haberlerden
takip ettiğinden habersiz… Sevdiği adam, ölmüş bir bedende ama yaşayan bir ruh
ile her daim onu takip ediyordu sanki… Belki de bu yüzden tamamlanmayan bir
boşluktu, Buket’in Erdem’e olan sevgisi… Eksik kalan, bitmezmiş misali bir yanı
onsuz hep eksikti… “Onda huzuru buldum” diyerek yaptığı evliliği de maalesef bu
eksikliği dolduramamıştı…
Buket, boşanma sonrası birçok kadın gibi aile evine
geri döndü… Sürekli ağlayan sümüklü bir prenses olarak çıktığı eve, ne istediğini
bilen cesur ve azimli bir kadın olarak geri dönmüştü… Evet, o eski Buket
değildi ama onun bu değişiminin yeni bir soruna sebep olacağını hiç
düşünmemişti çünkü o değişse de, geride bıraktığı her şey aynıydı…
Aile
içinde yıllardır yaşanan tartışmalar, yerini anne ve babasının boşanmasına
bırakmıştı… Danışmanlık yaparak, insanların gerçekten ne istediklerini ve bu
isteklerine nasıl ulaşabileceklerinin yolu gösteriyor ve kadının yasal
haklarını iyi biliyor olması sebebiyle; babası bu boşanmanın sebebini Buket,
Buket’i de düşman bildi… Hayatındaki son erkek, babası da gitmişti…
Artık
anlamıştı, Buket… Hayatın yaşattığı acı deneyimler, susmayı öğretiyordu insana…
O da susmuş, kendini hayatın akışına bırakmıştı ve her yeni güne gülümseyerek
başlıyordu çünkü hayatı, evrenin kurallarına göre oynamayı öğrenmişti… Belki
de, bu sorgusuz teslimiyet sayesinde bir gece yarısı, o muhteşem yaratıcı ona
öyle bir hediye verdi ki…
Tam on
iki yıl sonra “Seni görmeye ihtiyacım var” diyerek, yeniden karşısındaydı
sevdiği adam… Sorgusuz, sualsiz; kırmadan, yıpratmadan yeniden birleşti
yürekleri… Ayrı geçen yıllarda, aldıkları yaraların şifası birbirilerindeydi
sanki… Kaderlerinde ayrılık ateşi ile yanıp, dert ile sönüp ve küllerinden birlikte
doğmaları yazılmıştı…
Ve yazardan,
Evrenin,
bizim adımıza bundan sonraki planında ne yazılı hiçbir fikrimiz yok… Biz sadece
dünü yük, yarını dert etmeden; bugünü yaşayarak ve toplumun bilinçaltımıza
yüklediği ilişki kriterlerine inat ayrı geçen on iki yılın acısını tatlıya
dönüştürüyoruz… Birbirimizin eksiklerinde bütünleşip, görünenin ötesindeki
görünmeyen Öz’ümüzü seviyoruz… Gördükçe özlemenin, dokunmadan sevişebilmenin,
Yar’dan dosta geçmenin keyfini yaşıyor ve birbirimizin varlığından kudret alarak
yürüyoruz yolumuzda…
Bana
gelince; bugün yaşadıklarıma baktığımda anlıyorum ki, yaşanan her olay bir
sonra yaşanacak olayın habercisiymiş meğer… Ölenler, yeni doğanlar; gelenler, gidenler
ve hatta esen rüzgâr ya da yolumuzu kesen bir sokak köpeği dahi bize bizim ile
ilgili sırlar veriyormuş… Bu yüzden geçmişte bilerek ya da bilmeyerek, üzdüğüm
her kim varsa… Tek tek ve ayrım yapmadan hepinizden özür dilerim… Bilinçli ya
da bilinçsiz müdahil olduğum yaşamlarınızda evrenin bizi aşan o muhteşem
matematiksel hesabında, sizlerin yaşamınızda olmam gerekiyormuş ve geçmişte
bilerek ya da bilmeyerek, üzülmemi sağlayan her kim varsa, tek tek ve ayrım
yapmadan hepiniz iyi ki var oldunuz… Şimdi biliyorum ki evrenin bizi aşan o
muhteşem matematiksel hesabında, sizlerin de benim yaşamımda olmanız
gerekiyormuş… Sizler olmasaydınız ruhumun derinliğini, varlığımın kıymetini,
kul olmanın asaletini, hayata geliş amacımı anlamam ve bu hikâyeyi yazabilmem
imkânsızdı…